Kombucha’yı hayatımıza sokan kişi:kim? diyerek giriş yapıyoruz. Peki kombucha hayatımıza nasıl girdi dersiniz? Tabi ki Annem sayesinde… Bizim ailenin kadınları… Nasıl desem? Biraz değişik. Biraz özel. Epey amazon ruhlu.
Annemden bahsetmem gerek size ama belki öncesinde biraz anneannemden, onun girişimci ruhundan, pes etmeyen ileri görüşlülüğünden bahsetmeliyim. Çünkü annemin o savaşçı ruhu kesinlikle anneannemden geliyor, anneanneme de hep bahsettiğim o çok özel annesinden…
Anneannemler, annem 1,5 yaşındayken Kayseri-Bünyan’ın bir köyünden önce İzmir’e, 1 yıl sonra da İstanbul’a göç etmişler. Dedem inşaatlarda usta olarak çalışıyormuş ama kazandığını anne babasına veriyormuş. 35 yaşında, 3 çocuk varken üstelik, anneannem ‘Bizim geçinecek paramız yok ve 3 çocuğumuz varken paramızı neden veriyoruz?’ diye isyan edince kayınvalidesi oğluna “oğlum çok yaşlandın, yoruldun, artık çalışma” demiş ve dedem de midesinin ağrıdığını bahane ederek çalışmayı bırakmış!
İyi de 3 çocuk var, neyle doyar, nasıl okurlar? Dedem -şimdi anlıyoruz ki- depresyona girmiş ve yapamamış.. Olmamış işte… Ama anneannem “Ben İstanbul’a çocuklarım okusun diye geldim” demiş ve elindeki son parayı dedeme verip Kayseri’ye, halı malzemesi almaya göndermiş. Çünkü tek bildiği zanaat halı dokumakmış.
Önce tek başına, sonra köylü kadınları örgütleyip hep birlikte halı dokumuşlar. Evin köşesinden bir oda kiralamaya kadar büyümüş iş. Bu arada dedem de gaza gelmiş 🙂 Balmumcu’da bir inşaata girmiş. Anneannem bakmış çocuklar daha iyi bir muhitte oturursa daha iyi yetişecek, o inşaattan bir de ev almışlar halı paralarıyla.
Uzatmayacağım, o sabahlara kadar dokuduğu halılarla bir yazlık, bir kışlık almış ama daha önemlisi; çocuklarının biri İTÜ Makine Mühendisliği, biri İstanbul Kimya Yüksek Mühendisliği, diğeri Cerrahpaşa Tıp Fakültesi mezunu olmuş! Halılarla! Emek emek, ilmek ilmek…
Anneme gelirsek…
İş hayatından bahsetmeyeceğim, ne kadar başarılı olduğunu ve bu başarısını nasıl tırnaklarıyla kazıyarak kazandığını, ne kadar saygıdeğer olduğunu bütün kozmetik alemi biliyor. Annemle hayatım boyunca çok gurur duydum. Ama ben onun daha çok bu çılgın iş temposu ve çakallar sofrasında koruduğu tavrını ve sürdürdüğü mucizelerini paylaşmak istiyorum bugün.
Yaşadığımız mucizelerden ve hayatındaki olaylardan en ilginçlerini seçmeye çalışıyorum, belki kimisi sadece bana çok acayip geliyordur, bilemiyorum. Okuyup karar verin 🙂
Bizim dünyamızda neler oluyor?
Üniversite ve master bittikten hemen sonra evlenmiş ve hemen sonra ben doğmuşum. Bu yüzden ben 4,5 yaşına gelene kadar çalışmamış annem. Ancak anneannem “ben seni ev hanımı olasın diye okutmadım” diye (yine) isyan ederek anneme biriktirdiği bir miktar parayı sermaye olarak vermiş ve annem de ilk butiğini bu şekilde açmış. Çocukluğum Büyük Beşiktaş Çarşısı’nda annemin mağazalarında geçti. Ve hep vizyonerdi, hep bir sezon önceden sonraki sezonun trendlerini tahmin ederdi. O zamanın kısıtlı koşullarında hep daha iyiyi hedefledi, hala mağazaları devrettiği isimle devam eder, hep en iyiyi yapardı, hala da öyledir.
Mağazaları devrettiğinde 1,5 yıl kadar evdeydi. Bu sırada bir gün Aygaz’a babamın Rotary grubuyla bir geziye katılmıştık. Fabrikanın içinde kolonların üzerinde hep özlü sözler yazıyordu, “Biz burada kas gücü değil, beyin gücüyle çalışıyoruz” falan gibi. Bir baktık annem ajandasını çıkartmış bu sözleri kaydediyor, açıkçası komiğimize gitti. “Ne yapacaksın anne, eve mi asacaksın bunları” falan diye alay ediyoruz kendimizce, babam da dahil! Annem ise gayet sakin bir şekilde “Bir gün fabrikam olacak ve fabrikamın tüm duvarlarına bu yazıları asacağım” dedi. Alınmıştı, bozulmuştu, anladık ama fabrika? Abartmayalım lütfen!
Bu geziden 4 yıl sonra annem fabrikasını açtığında ilk yaptığı iş o ajandadaki sözleri print edip fabrikanın her yerine asmak oldu.
Babam hastalandığında… Biliyorsunuzdur, zor bir mide kanseri vakası yaşadı. Her gece sabaha kadar yanında kalır, sabah nöbeti bana devreder ve işe giderdi. İşten dönüşte yolu Haliç köprüsünden geçiyor, her seferinde ellerini havaya kaldırıp (dua pozunda) “Allah’ım, Fahrettin’in vücudundaki tüm kanserli hücreleri alıp atıyorum” der ve sanki parmaklarıyla onları alıp atıyormuş gibi yaparmış. O sırada ne Reiki biliyoruz ne başka bir şey. Bana gelip anlatırdı, “Beril parmaklarım sanki şişiyor şişiyor, patlayacak gibi oluyor!” diye, anlamazdım. Doktorun pek de umut vermediği tedavi mükemmel sonuçlandı, çok şükür bin şükür ki hâlâ bizimle babamız.
Ameliyat sonrası babamın her yerinden onlarca hortum çıkarken annem onu her gün bebekler gibi sabunlu liflerle yatağında yıkadı, temizledi, hortumların arasından tıraş etti, parfümünü sürdü, pijamasını her gün değiştirdi ve aynaya baktırıp “bak aşkım, ne kadar yakışıklı görünüyorsun görüyor musun?” dedi. Moral, özellikle kanser tedavisi görürken ne kadar önemliymiş ben bunu babamda, moral vermek nasıl olurmuş bunu da annemde gördüm.
Babam kemoterapi-radyoterapi esnasında çok kilo verdi, çok yıprandı tabi. O zaman ilaçlar bölgesel de uygulanmıyor, direkt damardan, tüm vücuda. Ama doktoru “sosyal hayatında bir şey değişmeyecek” demişti, müthiş onkologu Nil Molinas’a ne kadar teşekkür etsek az. Annem evde hasta yatağı yapmadığı gibi babamı her gün işe de gönderdi. Ama takımları 3 beden büyük geliyor artık, dökülüyorlar üstünden! Paramız da yok. Tam o dönemde annemin ortağı annemi de kazıklamış. Ne bize, ne babama çaktırmamak için günde 8 tane sakinleştirici içiyor. Böyle bir dönemde annem babamı alışverişe çıkarttı ve bir dolap dolusu takım elbise aldı! Her şey yoluna girecek, babam da bizimle olacaktı. Babam daha sonra o zamanı “Eh, ölecek olsam bana bu masrafı yapmazdı herhalde diye düşündüm” diye anlatacaktı.
Babam işe gidiyor da ya bağışıklık? Şimdiki gibi internet yok, 15 yıl evvelden bahsediyorum, baya baya dial-up connection yapıyoruz, internete sadece icq için giriyoruz : ))) Nereden buldu bilmiyorum, arı sütünün bağışıklığa çok iyi geldiğini öğrendi. Hemen arı sütü bulundu, alındı, maaile içildi. Ve babam tüm tedavi boyunca bir kere bile hapşırmadı! Hala ara ara arı sütü kürü yaparız.
Yeni bir yolculuk başlıyor
Kombucha’dan önce İsveç Şurubu, Kefir ve şimdi isimlerini hatırlamadığım onlarca şey yapardı annem. Az buz da çalışmazdı ha, sakın sanmayın evde dadılar, yardımcılar falan var. Ne ara onları yapardı inanın şu an aklım almıyor. Her sabah annemin maydanoz, limon, su karışımıyla uyanırdık, aha da buyurun size yeşil içecek! Sular alkali yapılır, Schuessler tuzlarının her bir numarası itinayla içilir, 2006’dan sonra da ne kadar antin kuntin enerji işi varsa hepsi yapılır hale geldi bizim evde.
Mucizelerini anlatacaktım, lafa daldım. Yıl 2002 falan, Ramazan zamanı, saat 5 civarı, tam iftar vakti. Tüm işçiler iftarını açmışken işyerinin kapı zili takılmış vaziyette çalıyor. Çocuklar ayağa kalkıyor ama annem durduruyor, “tamam ben bakarım” diyor. Kapıyı açıyor bakıyor ki kapıda kimse yok ama az ötede 2 çocuk annemin arabaya düz kontakt yapmaya çalışıyorlar. Arabanın yanına gidiyor “Hayırdır?” diyor (bayılıyorum ya şu 1.55 boyundaki kadının cesaretine, pek çok ‘erkeğim ben heyt’ diyen erkekte yoktur ondaki cesaret).
Yolcu koltuğundaki kaçıyor sağ taraftan ama sol taraftaki çekiyor sustalıyı, annemin göğsüne dayıyor. “Ne arıyorsun arabamda?” diyor annem, sustalıyı görmezden gelerek. Çocuk afallıyor, “Bir daha karşıma çıkma” diyor anneme, bizimki durur mu, “Benim arabamda olan sensin be, sen asıl karşıma çıkma” diyor ve çocuk koşarak uzaklaşıyor.
1 saat sonra herkes evine gitmek için binanın önüne çıkmışken o zil tekrar takılıyor, kimse basmamışken, kimse zilin yakınında bile değilken! O zil orada bulundukları 5 yıl boyunca sadece 2 kere takılıyor. Sadece o gün.. Hırsızlığı haber vermek istermişçesine…
Bize hem maddi hem manevi bakış açısıyla inanılmaz bir örnektir annem. Her an’ından sonsuz mutluluk duyar ve şükürden fazla hiçbir kelime çıkmaz ağzından. Sarıyer’de 3 katlı havuzlu bir villada otururken işleri tepetaklak olunca ve Halkalı’ya taşınınca “artık bu sefer isyan ettiğini duyarım herhalde” demiştim. O zaman bu tepetaklak oluştan sonsuz etkilenen eski eşim ise (ki daha sonra anlayacaktım neden bu kadar derinden etkilendiğini) neredeyse acıyarak gitmişti evlerine. İçeri girdiğimizde annem müthiş bir neşeyle karşıladı bizi, babamla oturup bu yeni evlerinin ne kadar keyifli olduğunu anlatmaya başladılar. “Oh ya, çok yoruluyordum zaten 3 kattan, hem güzel evde yaşayacağız diye her gün 3 saatimiz yolda geçiyordu. Hele o bahçe, öf o bahçe ne yorucuydu. Şimdi geliyoruz eve babanla, hemen üstümüzü değiştirip atıyoruz kendimizi yürüyüş parkuruna, ver elini 5 km! Gençleştik ya, çok mutluyuz!”
Hani bir hikaye vardır, kervan sahibi bir adama gelmiş demişler ki kervanın kayboldu, durmuş düşünmüş ve “çok şükür” demiş. Aradan bir süre geçmiş, kervanının bulunduğu haberi gelmiş, durmuş düşünmüş ve “çok şükür” demiş. Sormuşlar niye 2 seferde de şükrettiğini, “Tüm paramı kaybettiğimde Allah’a isyan ediyor muyum diye baktım, etmediğimi gördüm. Şükrettim. Sonra tekrar zengin olduğumda kibire kapılıyor muyum diye baktım, kapılmadığımı gördüm ve yine şükrettim.” Demiş. Annemin hayatını da bu hikayeye benzetiyorum. İnişler ve çıkışlarla dolu, gözyaşı ve kahkahayla dolu, hastalık ve mutluluklarla dolu. Her an’ında ise onu hep şükrederken gördüm.
Örneğin..
Babam mide ameliyatından çıktığında sadece iç karın zarını dikebilmişlerdi, karnını dikemediler. Kaynamayan deriyi canlandırmak için de bizzat cerrahımız ekibiyle günde 3 sefer gelip çok korkunç bir pansuman yapıyordu; deriyi jiletle kazıyorlardı. 7. günde dikebildiler. O gün doktor anneme demiş ki “Nuray Hanım ben size bir şey sormak istiyorum, odadayken hep telefon geliyordu ve siz hep şükrediyordunuz, bunu nasıl yapıyorsunuz, ben daha dün gece uyuyabildim!” Hep şöyle derdi; “Çok şükür bu ameliyatı olabilecek para bulabildik, çok şükür çok iyi bir doktora rastladık, çok şükür iç karın zarını dikebildiler,…” her şeyde şükredebilecek bir şey bulabilmek zor ama imkansız değil, annemden bunu öğrendim.
Sadece iş mi? Annemin mucizeleri saymakla bitmez ki… Mesela İTÜ’ye kayıt yapacağım, ilk senem, bilmiyorum hangi hoca iyidir, hangi hoca kötüdür, kayıtlar nasıl yapılır?… Kayıtlar internet üzerinden yapılıyor, dedim ya internet konusunda da feci cahiliz o zamanlar. Annem de Kıbrıs’ta iş toplantısında. Biliyorum ki İTÜ’de üniversiteden bir arkadaşı var, annemi aradım ve Sevilay Ablayı aramasını, bana yardımcı olmasını istedim.
Telefonumu kapatmış ama kendi telefonunda Sevilay Ablanın numarasının olmadığını, numaranın da otel odasındaki telefon rehberinde kaldığını fark etmiş. Müthiş üzülmüş bana yardımcı olamıyor diye. Toplantıdan da kalkamıyor. Tam o sırada telefonu 1 kere çalıp kapanmış. Eskiden çağrı atardık ya :)) annem de biri çağrı attı belki diye aramaya geri dönmüş. “Nuray?” demiş karşıdaki ses, annem tanımamış, “Evet benim ama siz kimsiniz?” demiş, “E ben Sevilay” demiş Sevilay abla ve eklemiş, “Sen beni aradın?”. Annem şaşırmış, “Yoo Sevilay, ben seni aramak istedim ama numaran yanımda değildi, sanırım sen beni yanlışlıkla çaldırdın?”. “Ama bu imkansız -demiş Sevilay abla- telefon sehpanın üzerinde, şarjda duruyor”
Ya benim Hashimato hikayeme ne demeli?
11 yaşındaydım, bir süredir hızla kilo alıyordum ve boyum asla uzamıyordu. Annem teyzemle konuştu -teyzem çocuk doktorudur- ve teyzem “bu dönemde olabilir” dedi. Israrla her hafta boyumu ölçüyor ama yok, 1 mm bile uzamıyorum!
Annem kafayı takmış, bir gece rüyasında beni görüyor, rüyada hep boğaz bölgeme bakıyor ve boğazım şişmiş kocaman olmuş, yüzüme baktığında ise yüzüm mongol bir çocuk yüzü. Uykusundan “Beril tiroit!” diye uyanıyor. O hafta sonu çocuk endokrinolojisi konusunda uzman profesör bir akrabamız anneannemi ziyarete geldi (ömrümde 2-3 kere geldiğini bilirim, biri de tam o hafta!) o da baktı, muayene etti ama “bir şey yok” dedi.
Annem ısrarla teyzemden bu konunun en iyi uzmanı kim diye araştırmasını istedi ve Çapa’da Rüveyda Bundak’a gittik. Rüveyda Hoca beni boğarak (!) muayene etti ama o da “hiçbir şeyi yok bu çocuğun” deyip bizi göndermek istedi. Annem “bir şeyden şüphelenseydiniz hangi testleri isterdiniz hepsini yazın lütfen” deyince Rüveyda Hoca gözlerini devirerek testleri işaretledi. 60-120 arasında olmalı denen antikor değerlerim 20.000 !!! çıkınca Rüveyda Hoca inanamadı ve testleri tekrarladılar! Sonra da 250 mg L-Thyroxin’le çılgın hormon tedavisine başladık… Hiç unutmam, Rüveyda Hoca “Bu çocuk buraya sürünerek gelmeliydi, bu sonuçlarla yürümesi bile mucize” demişti…
Annem sayesinde belki de hayatımı mahvedecek, gelişimimi yarıda bırakacak bu hastalıkla mücadelem 1-0 böyle başladı! Rüyaları, çocuklarına olan özeni ve ilgisi, içgüdülerine olan sonsuz inancı olmasaydı belki bugün bambaşka görünüyor olabilirdim.
Daha ne hikayeler var ne hikayeler… Annemi tanıyan tüm arkadaşlarım benimle olduğu kadar annemle de görüşmek ister. Tabi annemi sevmeyenler de var. Onun bu kadar başarılı, mütevazı, insani, ulvi, sakin ve güçlü oluşunu çekemeyenler elbette var. Ve biliyor musunuz, annem onları da seviyor! Çünkü -diyor- onların da içinde Allah’tan bir parça var. Ve ben onları sevmezsem, Allah’ı sevmemiş olurum. Ona kafayı takmış birine Allah’tan şifa diliyor mesela, ya diyorum bırak ölsün, bırak sürünsün. Yok! Herkesi bu kadar sevebilen ve gerektiğinde bu kadar net olabilen birini tanımıyorum, annemden başka. Kombucha hayatımıza nasıl girdi diye başladık, bu konuda yazılacak daha çok şey var…
Diyorum ya, annem çok özel. Tanımanız lazım.
Kombucha’yı hayatımıza sokan kişi kim? Sorumuza yanıt aradık… Annem; Shaman’s Secret’ın asıl mimarı odur, zira evimize 1988 yılında Kombucha’yı sokan, 2003’ten beri de her 8-10 günde bir o yoğunluğunun ve yorgunluğunun arasında üşenmeden, sıkılmadan yapmaya devam eden odur. Çok çalışmayı, azimle uğraşıp başarmayı, aynı zamanda iyi anne olmayı bana öğreten de odur.
İyi ki annem olarak onu seçmişim. Durun onun gibi söyleyeyim: Çok şükür!
Bugün ilk siparişimi verdim. Bende sizin gibi kendi ve çocuklarımın hayatına bu faydalı içeceği dahil etmek istiyorum. İyi ki karşıma çıktınız . Annenizle ilgili yazıyı okurken baştan sona ağladım desem yalan olmaz. Hayata bakış açım annenizinkine çok benziyor ve aynen mucizelerle dolu. Yaşamak bir mucize aslında🌈Çok çalışkansınız maşallah, yolunuz açık olsun , mucizeler hep sizinle olsun.Sevgilerimle
Mehtap Hanımcım selamlar, inşallah çok keyifle içersiniz Kombucha’yı. Çocuklarınızın beslenmesine eklemeniz, onların bütünsel sağlığı için çok iyi olacaktır. Çok çalışmak ve olana hep şükretmek; sonrasında mucizeler hep gelir zaten 🙂 Sevgiler! Beril
Beril hanım merhaba,
Ne kadar harika bir enerjiniz var, ekran başında yazılarınızı okurken çok mutlu olduğumu hissettim. Annenize çok sevgilerimi iletin, ilham oldu bana 🙂
Sitenizi annem sayesinde 2 gün önce yapmaya başladığım kombucha çayımın yüzeyinde oluşan beyazlıkları araştırırken denk geldim. İyi ki beyazlıklar oluşmuş diyorum:) Sizi uzaktan da olsa tanımış oldum.
Kombucha çayıma sevgi gönderiyordum ama sizin gibi konuşup ve sevgi sözcükleri yazacağım.
Eda Hanımcım Merhaba,
Çok ama çok teşekkür ederim, akanı olduğu gibi yazıya döküyorum aslında.. Annem tam bir ilham kaynağıdır, elbette tüm anneler özeldir ama gerçekten annem bambaşka bir insan 😍 Tabi kendisi ultra mütevazi olduğu için benim gibi yazmaz yaşadıklarını, başardıklarını, altından kalktıklarını,…
Yavrucuklarınıza iyi bakın, dlerim size booolca şifa, huzur, sağlık, keyif getirirler 🙏🏼 Ve lütfen dağıtın, anlatın. Şifa enerjisi paylaştıkça artar 🙏🏼
Sevgiler, Beril